20 Aralık 1873'te, Istanbul'da doğdu Mehmet Ragif. Ya da bilinen adıyla, Mehmet Akif. Hayatından neler geçmedi ki? Baytar oldu, Teşkilat-ı Mahsusa adına görev yaptı, seyyah oldu, Kur'an-ı Kerim tercümesi yaptı, milletvekili oldu. Ama herkes onu tek bir özelliğiyle; şairliğiyle tanıdı. Halk ona "Vatan Şairi" dedi. En büyük çıkışını Milli Mücadele yıllarında yazdığı 'Çanakkale Destanı' ve İstiklal Marşı ile yaptı.
Milli Mücadele yıllarında askerler son bir gayretle düşmanı topraklardan son bir gayretle def etmeye uğraşırken, cephe gerisindeki halk ta bu kahraman evlatlarının üzerinden desteğini hiç çekmiyordu. Elinde avucunda kalan son bir dirhem kuru ekmeği de Mehmed'ine yolluyor, kağnılara öküz yerine kendini koşup cepheye mermi taşıyor, kısacası oradan oraya koşuşturup bu güç durumdan kurtulmaya çalışıyordu. O sıralarda sadece varlığıyla değil, yazdıklarıyla da moral aşılayan biri vardı; Mehmet Akif Ersoy. Kendisinden istenen Kur'an tefsirini bitirir bitirmez şiirlerine geri dönmüş, üzerinde çalıştığı Çanakkale Destanı'nı henüz tamamlamıştı. Ama daha tamamlar tamamlamaz şiir cepheye kadar ulaşmış, Türklerin üstünlüğü ele geçirdiği savaş bu gelen moral desteği sayesinde giderek Türklerin lehine dönmekteydi. Burada bir destan yazılmakta iken, gemilerinin üçü denizin dibini boylamış olan Amiral Carden'de kara kara ne yapacağını düşünmekteydi.
O sıralarda cephe gerisinde de devleti kurma çalışmaları son hızla sürmekteydi. Bir toplantı esnasında İsmet Paşa'dan bir öneri geldi; Acilen bir ulusal marş yazılmalı ve bestelenmeliydi. Ulusal marşı olmayan bir devlet, tam anlamıyla devlet sayılamazdı. Ayrıca yazılacak bir marş sayesinde toplumun milli bilinci pekişecek, milliyetçilik duygusu canlı kalacaktı. Yarışma duyruldu. Şairleri teşvik etmek amacıyla da güfteyi yazana 500 TL, besteyi yazana da 1.000 TL ödül verileceği ilan edildi. Ancak yollanan 724 şiirden hiç biri başarılı bulunmadı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi(Tanrıöver)nin aklına Mehmet Akif geldi birden. Sonuçta bu adam askere büyük moral veriyordu, elbette bu işin altından da kalkabilirdi. Teklif hemen götürüldü. Mehmet Akif teklifi hemen kabul etti ve -şaşılacak bir şekilde- 48 saat içinde marşın güftesini yazarak 20 Şubat 1921'de Milli Eğitim Bakanlığı'na yolladı. 1 Mart 1921'de TBMM'de okunan bu şiir 25 Mart 1921'de resmen Milli Marş olarak kabul edildi.
Yarışmada ödül olan 500 TL Mehmet Akif'e yollandı. Ancak o, parayı kabul etmedi. Devletin durumunu görebiliyordu. Cepheye mermi lazımdı, silah lazımdı. Peki bu kadar sefil durumdayken niye parayı kabul etmemişti? Sonuçta savaş kazanılmak üzereydi. Neden bu kadar inatçıydı ki bu adam? Aslında, inatçı falan değildi. Sadece ilk fırsatta bir İngiliz gemisiyle kaçan Son Padişah Vahdettin'de bulunmayan onur, haysiyet, vatan sevgisi duygularını taşıyordu o tertemiz kalbinde, o kadar.
Nitekim o sefalet içinde, 27 Atalık 1936'da vefat etti. Mutlu göçmüştü bu dünyadan. Zira çabaları sonuç vermiş, sonunda hak ettiği hürriyete kavuşmuştu Türk milleti. Belki fışkırdı ruh-i mücerred gibi yerden na'aşı, yükselerek arş'a değdi belki de başı, bilinmez. Ama hakikat şu ki, Mehmet Akif tarih kitaplarında yerini almıştı artık. O günlerden sonra onun için yüzlerce anma töreni düzenlenecek, adına okullar açılacak, methiyeler düzülecek, hatta bir dönem paranın üzerine resmi bile basılacak, sayısız kompozisyonlar yazılacaktı ama hiç biri de onun hakkını vermeye yetmeyecekti...
Kategoriler:
Tarih
0 yorum:
Yorum Gönder